Sürgün olunca… Kırım Türk’ünün ölüsü, dirisi, anası atası sürgün olur, kabirleri de.
Karlı bir kış günü Giessen Müslüman Mezarlığında “Rafet Başkan” ile “Emine Öğretmeni” ziyaret ettik. Tuna Boyu’ndan Türkiye’ye, oradan Almanya’ya gelen bir Tatar ailesinin oğlu Rafet ile Yalta’dan Almanya’ya gelen bir Tatar ailesinin kızı Emine Hanım’ın yolları sürgünlükten onlarca yıl sonra Giessen’de kesişti.
Öldüklerinde 60’lı yıllarındaydılar. Birer yıl arayla bu dünyadan göçtüler. Aynı mezarlıkta birbirlerinden 100 metre uzaklıkta yatıyorlar. Yaşamları gibi, birbirlerinden uzak kabirleri ile de iki mezar Kırım Tatarlarının ayrılık ve sürgünlüklerinin ifadesi olarak karşımızda duruyor.
Çiseleyen kar taneleri altında sürgün ömürlerin, sürgün kabirler ile ebediyete dönüştüğünü düşünüyorum. Yaşamları boyu kendi milleti için gurbet ellerde mücadele etmiş bu iki insanın manevi huzurunda yaşlı gözlerle eğiliyorum.
Mezar taşlarının arkasında ağaçların altında gözlerim hem Rafet’i hem Emine Ablay’ı toprağa veren bir başka Kırım Türkü Abdullah Yücesan’ı arıyor. Ama nafile. Artık Abdullah Abi de bir yıldır aramızda yok.
Üç yılda Avrupa Kırım Türklüğünün üç önemli simasını toprağa verdik.
Çok acı!
Lakin, bu kez kabristana yalnız gelmedim. Yanımda Kırım’dan gelen yeni nesillerin temsilcileri var. Atalarla torunları birleştiriyorum.
Yeni Nesiller bir, iki, üç değiller… On, onbeş, yirmi de değil. Kırılmak ile bitmeyecekler!
Şükür, artık Avrupa’dan, dünyaya yayılan yüzlerle binlerle onbinlerle Kırım Tatar’ı var.
Bu nesiller yaşayacak ve Kırım’ı beş kıtada yaşatacaklar. Kırım’ı vatan kılacaklar.
Bu kadar mı? Rafet’in, Emine Abla’nın, Abdullah Abinin, benim, senin kabirlerine ellerinde bir bir tutam çiçek ile ziyarete edecekler.
Bundan büyük bir zenginlik, bundan büyük bir mutluluk olur mu?